Arzuların İkrah Saatinden Devrime – Bölüm 1
George Orwell’a göre sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir. Bu topraklardan konuşacak olursak gerçeği söylemek imandandır, içinde tutmamak ise ibadettir derim. Bu yazı akıldan bedene, sözden harekete davet eden devrimci bir ibadettir.
Yayımlandı: DeliKasap, 15 Ocak 2020
Not: Bu yazı, yazıldığı dönemdeki eleştirel ve polemik tonu korunarak editorial düzenlemeden geçmiştir.
Arzuların İkrah Saatinden Devrime – Bölüm 1
Arzu Uzunali bir podcast yayınlamış. Arzu benimkine çokça zıt dünya görüşü, kadınlık üzerine kendine has fikirleriyle bana çok ışık olmuş bir hanım yazar. Ayrıca gördüğüm en iyi, kötü gün dostudur. Kızımı doğurduğum gün annemle aynı anda girmişlerdi kapıdan, birlikte gözyaşı dökmüşlerdi tanık oldukları mucize için. Bana kalırsa müthiş bir terazisi var, hayatı ne çok ciddiye alır ne de boş verir. Blogu atgotten.blogspot.com çok sevilmiş, sıkı takipçiler edinmiş bir blog. Artık yazmak kesmemiş olacak ki geçtiğimiz haftalarda podcast yayınına başladı.
Yaptığı şey çok hoşuma gitti. Görüyorum ki içinde tutmamanın kendisi müthiş hizmet. Arzu’nun da podcast’inde bahsettiği gibi, George Orwell’a göre böyle zamanlarda hakikatleri konuşmak bile devrimci hareket. Arzu’nun konuşmasında içimde bir süredir yanan devrim ateşine karşılık buldum. Cesaret ettiği şeye, içinde tutmamasına saygı duydum. Ayrıca içimde bir yerlere dokundu, o yüzden şunları yazdım:
Aradan çıkaralım: iş dünyasıyla ilgili söyledikleri, görüp görmezden geldiklerim, kimi zaman özenip denediklerim, kimi zaman kaçtıklarımla ilgili bir ayna oldu. Erkekleri de es geçmemesi "ohhh" dedirtti. Herkes payını alsın. Ancak burası bu kadar. Asıl konuşmak istediklerim başka.
Bireyselleşme Meselesi
“Bireyselleşme” bir mesele olarak bir süredir markajımda. Özellikle integral felsefe okumalarının kolaylaştırdığı -parçalara ayırma, parçaları analiz etme- süreçleri, bireyselleşmenin geçmişini, gelişimini, yayılışını, artılarını, eksilerini, çıkışını; siyasi politikaların ve en son kişisel gelişim endüstrisinin pompalarını; modernizm, post modernizm akımlarının bireyselliği sahiplendirişini görünür kıldı. Tüm haritayı dökmek benim işim değil. Bireyselleşme bir kavram olarak bin yediyüzlü yılların ortalarında Avrupa’da ortaya atıldığında, ilk olarak -tabiiki- ayrıştırma (ötekileştirme) aracı olarak kullanıldı. Bireyselleşme hareketinin en ölçüsüz, en yırtıcı, en sistem karşıtı görünüp sistemle en içli dışlı hali Amerika’da yaşandı. Ve bu, postmodernizmin gevşek zemininden beslendi.
Amerika’ya dair fikrimizi belirtmeden geçmeyelim: Yılanlar ülkesi.
Avrupa’nın itini serserisini toplayıp ülke kurarsan sonuç bu olur. Zaten Avrupalı dediğin adamın en iyisinde bile bir tür düşünsel sığlık var. Kadını da devrimci ama sadece kendi iç devrimiyle meşgul.
Bunu böyle söyleyince kimileri “ay ırkçılık bu” diyebilir, ama mesele bu değil.
Eğer dünyayı gerçekten daha yaşanır bir yer haline getirmek istiyorsak, farklı toplulukların zihin yapılarını tanımak, anlamak ve açıkça konuşmak zorundayız.
Nasıl bir bahçede verim ve uyum için farklı otları belli bir düzenle yerleştirmek gerekiyorsa; bu toplumların akıl yapısını da, bizim kendi akıl yapılarımızı da aynı açıklıkla okumamız gerekiyor.
Neyse bu başlı başına bir konu.
Bireysellik meselesine dönecek olursak; günümüzde “bireysel” olduğunu sanan pek çok kişi aslında geleneksel kodlarla yetişmiş, Amerikan tarzı bireysellik eğitimiyle şekillenmiş birer sistem ürünüdürler. Bunlar kendi kararlarını verdiğini düşünürler ama kapitalizmin en sevdiği tiplerdir. Sistemin kendisini yeniden üreten sistem mühendisleridir. Kimileri bu aşamada kalır, kimileri fark edip içinden geçer, kimileriyse bu evreye hiç uğramaz. Yollar farklı ama bu bireysellik biçimi “steril birey tipi” — dikkatle ele alınmadıkça — kurtuluş değil, yeni bir hapistir.
Bireyselleşme Lokomotifi: Good Vibes Only
Meditasyon ve yoga üzerinden bol bol giydirilen kişisel gelişim endüstrisi insanı tövbe çekip, kurşun döktürecek hale getirir. -İş hayatı- ikrahının aynısını hak eder. Tabiiki dokunulmazdır, eleştirmek yasaktır. Eleştirseniz de kendiniz çalar kendiniz oynarsınız çünkü onlar “Good vibes only” takılırlar. Bir insanın hayat amacı ayağını başından geçirmek, İnstagram’a şıpadak poz atmak olursa, egoist bir bireysellik fırlar dışarıya. Böyle bir durumda şunu düşünürüm, bazısı için hayat o kadar küçülmüştür ki bireyselleşme ayakta takılır toprağa nüfus edemez. Bu vatandaşlar tepeden tırnağa bireyselleşmişlerdir. 1m2’lik yoga matı kadar bir alanda, o kadar.
Bir adım geri gidip bakacak olursak, yine de bu tip, örgütsel hareketler ve devrim için en zararsız grubu oluşturur. Çünkü stratejik fonksiyonel bir planla, karbon ayak izi veya karma üzerinden eğitilebilir, güvenli sınırlar içerisinde ayağını başına geçirip, trafik kurallarına uymayı öğrenebilir, gelecek nesli yetiştirirken yine kendi küçük dünyası için olsa dahi iyi adımlar atmaya programlanabilir.
Başka bir açıdan da kişisel gelişim endüstrisi tamamıyla işe yaramaz veya “kötü yola sevk eden” bir yapıda değildir. Bu alan kapitalizm çarklarını yağlayan girişimleriyle canlandırdığı nörobilimsel çalışmalar; delirmeden veya çökmeden dünyadaki acılara bakabilecek sinir sistemini geliştirme yoluna ışık tutuyor. İşte Devrim yolunda bize bu gerek!
Devamı burada: Devrimci Safları Sıkılaştıralım – Bölüm 2
Yorumlar
Yorum Gönder