Kayıtlar

2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

duygulu piyanist, çılgın şef

Çok acayipti! Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, şef ve solist arasındaki şahane uyum, birbirinden keyifli parçalar, Çağ Erçağ 'ın, viyola grup şefi Eftal Altun 'un solosu, karizmatik zil Kerem Ergüler , baş keman Pelin Halkacı , üflemeliler... Hele solist Alexei Volodin seyircilerin alkışları yüzünden üçüncü kez sahneye şef Sascha Goetzel ile birlikte geri dönüp, selam verdikten sonra geri dönerken şefin seyircilere dönüp Alexei Volodin'in tekrar çalması için daha çok alkışlamamızı işaret etmesi... şahaneydi! kahkahalarla alkışladık... Ve işe yaradı, geri dönüp harika bir parça çaldı. Buse parçanın Scriabin'e ait olduğunu iddia etti bir zaman ama emin değil, benimse hiç bir fikrim yok, neyse ne. Gitmesin istedik ama artık yüzümüz yoktu sahnede tutmaya. Konser sırasında Rahmaninov'un 3. piyano konçertosunu çalarken dışa vuran heyecanım sağımda solumda oturanların dikkatini çekmiş olacak ki dönüp bana baktılar. Ara sırasında yanımdaki yaşlı bey "cidden i...

Taslakta Kalan Kız

18.12.2009 – 21. Saatte Ofiste Yazılmış Bir Not An itibariyle 21 saattir ofisteyim. Konser dinleyip ofise döndüm, müzik sarhoşluğundan kurtulabildiğimce çalıştım da çalıştım… Dün yayınladığım “bu konser neden kaçmaz” tespitlerimin hepsinin doğru çıkmasının sevinci ve doygunluğuyla kendimi müzik Fatih’i gibi hissediyorum. Ne kadar gaza geldiysem, ateşi yükselttim, tüm gazı ofiste tükettim. Şu an tükenmiş halime isyan için bunu yazıyorum. Bu yazıyı taslak olarak kaydedip bırakacağım. İleride bir gün belki yayınlarım. Belki de şimdi o gün.(buraya o günün tarihi gelecek) (O günün tarihi: 01.03.2010) Yirmi bir saattir ofisteyim. Bu cümleyi iki kere yazmak istemezdim ama galiba vurgulanmayı hak ediyor. Erasmus’tan döneli çok olmadı. Avrupa’nın öğrenci kafasıyla “biraz düşüneyim, biraz gezeyim, biraz dünyayı göreyim” ritminden, güzel ülkemin “çok çalış, şimdi çalış, acil yetiş” ritmine jet geçişim tamamlandı. Üniversite tat vermedi (para da vermedi), ajans daha tatlı geldi. Başta “...

Kuliste fısfıs da fısfıs!!

Resim
Bu akşam Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, Lütfi Kırdar UKSS'de konser verecek. Orkestra şefinin Sascha Goetzel olduğu konserin solisti Alexei Volodin(piyano). Sascha Goetzel Konseri benim için özel kılan isimler ise şöyle: Sinem Buse Ünlüoğlu(kontrbass), Pelin Atay(kontrbass) -bu iki genç hanım aynı zamanda orkestranın en genç isimleri.- ve hali hazırda Borusan İstabul Filarmoni kadrosunda bulunan, yaylı sazlar grup şefliğini üstlenen Çağ Erçağ(viyolonsel). Asıl bomba haber bu akşam konser öncesi kuliste olacağım. Onların heyecanını paylaşıp, fıs fıs dedikodu yapacağım:) Bu konser neden kaçmaz?: - Orkestra şefi Sascha'nın sahnedeki artistiği ve etrafına yaydığı enerji kesinlikle izlenmeli ve deneyimlenmeli. - Borusan İstanbul Filarmoni'nin yaylı sazlar grup şefi Çağ Erçağ şahane bir soloyla konsere renk katacak ve bizi bizden alacak. - Konser playlistinde yer alan parçalar oldukça keyifli, hatta listenin sonunda bulunan Cemal Erkin'in Köçekçe'si coşkuyu tavan...

Festival festival üstüne, müzik benim üstüme

Resim
Ç ağ Erçağ 'ın bu kadar yakışıklı olduğuna şaştım kaldım. Duruşu, bakışı, viyolonselden akkıttığı notalara kattığı karizması... eridim resmen televizyonun karşısında. Neyse asıl konum 10. Antalya Piyano Festivali:Küçücük bir kız Mendelssohn'un keman konçertosunu çalıyor... Parça üzerine bir kaç beden büyük gelse de belli ki gelecek vaadediyor genç hanım. Küçücük parmakları kemanının üzerinde koşarken öyle heyecanlı ki! Antalya Piyano Festivali'nin asıl genç yıldızları piyanistlerden oluşsa da bu genç hanım fazlaca dikkatimi çekti doğrusu. Festival'in genç piyanistleri ise: Dymitry Mayboroda, Iraz Yıldız, Salihcan Gevrek ve Cem Oslu. Ben festivali yerinde takip edemediğim için sadece Iraz Yıldız'ın küçük bir performansını televizyondan izleme şansı buldum, adını şu an hatırlamadığım bir Türk parçası çaldı. İnanılmaz keyifliydi. Konseri gidip izleyemediğim için detaylı bilgi paylaşamayacağım:( ancak sağdan soldan duyduğum, televizyondan izlediğim ve okuduğum kadarıyla...

İstanbul'da Efes Blues Rüzgarı

Resim
Gittik, bol bol dans edip güzel müzik dinledik. Hemen önümüzde dans eden oldukça yaşlı beyfendinin eşsiz figürleriyle coştuk da coştuk... Festival ay sonundaydı ve malum ekonomik olarak ayın ortasında kriz yaşayan biri olarak katılamayacağım için üzülüyordum. Neyseki friendfeed 'de Efes Pilsen 'in çeşitli sorular sorarak bilenlere davetiye dağıttını gördüm. Hayır ben biletimi soru yanıtlayarak almadım, soru yanıtlamak için takip etmeye başladığım Efes'in Twitter 'daki 200. takipçisi olduğum için aldım:) Kapının 18.30'da açıldığı etkinlikte saat 21.00'a kadar konserin başlamasını beklemek cidden sıkıcıydı ki adı Efes Blues Festivali olan etkinlikte 50cc'lik biranın 7TL olması cidden sinir bozucuydu... Öte yandan konser başlayana kadar misafirleri oyalacak birşey de yoktu. Zaman geldi ve Ray Schinnery sahnedeydi. Gitarından dökülen mavi melodiler, yorgun siyah sesiyle birleştiğinde keyfime diyecek yoktu doğrusu. Ray Schinnery, müziği bir kenara seyirciyle kur...

Cem Adrian - Nereye Gidiyorsun?

O çok uzaktaki evimin mutfağında döne döne dans ediyordum. Gündüzdü, geceydi... yine şaraptı ve biz yine güzeldik.. Güzel şarkılarla inletirdik duvarları, Cem Adrian çalardı geceler boyu. Müzik listesinin olmazsa olmazı: "Nereye gidiyorsun" Biz uzakta olanlar olarak, terkedilen bizmişiz ve genç omuzlarımıza yıllar binmiş gibi içlenirdik. Öyle coşkulu, öyle melankolik... Önce kadehler elde, sonra şişeler ağzımızda, son yudummuşcasına bir damla bile kaybetmemeye dikkat ederek özlemin, acının, açlığın, uzak aşkın ve aşksız şehvetin dansını ederdik... Şu sözlerle: Çocuk... Sil yüzünden tüm yalanlarını bu şehrin. Topla kalbini cadde cadde, sokak sokak... Kazı ayak izlerini birer birer gri kaldırımlarından... Bakma yüzlerine hiç... Görme onları... Çocuk bu kez ağlama... Bu kez git. Gölgeni, ismini sil yavaş yavaş... Giderken bu kentten tükür yüzüne yalnızlığının... Kalbini, kendini sök yavaş yavaş... Giderken bu kentten sakın ağlama sus... Unut! Ne yaptı sana! Unut! Ne söyledi! Unu...

Elif Çağlar ve Curly Trio

Resim
Dün İstanbul'a gelen iki müzisyen arkadaşımı, Elif Çağlar ve Curly Trio'nun Nardis Jazz performansına götürdüm. Evet, Elif Çağlar'ı daha önce şans eseri bir şarkı söylerken dinlemiş ve bilenlerden de çok başarılı olduğunu duymuştum fakat dün akşam benim tek kelimeyle devrim gecesiydi. Bossa Nova bir şarkıyla başlayan Curly Trio performansı Kerem Türkaydın'ın gitar ve Kağan Yıldız'ın baskın kontrbass sololarıyla keyfimize keyif kattı. Performansın ilk yarısını asma kattaki masamızda dinledik. Ara sırasında tuttuğumuz nefesleri koyverip içkilerimizden birer yudum içebildik ancak. Elif Çağlar'ın doğaçlamaları, sesinin belki de sadece yarısından azını kullanarak söylediği şarkılar içimize işlemişti... Performansın ikinci bölümünde onun çekimine dayanamayıp garsona baskı yaparak sahne önündeki küçük masaya yerleştik. İkinci ya da üçüncü parçaydı sanırım, Elif Çağlar sesini açtı ve o küçük masadaki üç kişinin gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Performans sonunda ar...

Beni uçurumun kenarında yakalayan adam: Nietchzsche

Resim
(Bir Liseli Kurtarma Hikayesi) Lise ikiye kadar dünyada yalnız olduğumu düşünüyordum. Yani öyle “kimse beni anlamıyor” romantizmi değil; baya baya, “kimse düşünmüyor” tespitiyle tripliyim. O zamana kadarki okuma yolculuğum Gülten Dayıoğlu, Kemalettin Tuğcu, İpek Ongun üçgeninde dönüp duruyordu. Çocuk klasiklerini pek sevmezdim, neden bilmem. Sonra J.K. Rowling geldi, iyi ki geldi. Ama büyücüler dünyası fantastik bir kaçıştı sonuçta. Gerçek dünyayla uzlaşamıyordum. Babamdan yadigar Yaşar Kemal, Tolstoy, Dostoyevski gibi ağır toplara gereğinden erkenden bulaştım. Kullandıkları dünya, benimkine fazla benziyordu. Madem zaten içindeyim, niye tekrar okuyayım? Hayır yani Çukurova’nın güneşi televizyondan gazeteden sızıp beni de yakıyor zaten, tekrar sayfa sayfa çekmeye gerek yoktu. Annemden Duygu Asena – Kadının Adı Yok , Ahmet Altan – Aldatmak … İçimde uçtan uca gidiyorum, bir yanda işin magazini. Bir yanda “eşsiz” düşüncelerimi sakınma çabası… İlkokul-ortaokul arası yaşam, ölüm, A...

Bir Jonathan Değil ama İstanbullu bir Martıyım

Resim
Bak ben varım orda. Onlarca, yüzlercesinin arasında. Kanat çırpıyorum kendi semalarımda, öylesine dingin ama heyecanlı. Evimde olmanın verdiği huzur hiç birşeye değişilmiyormuş. Başkasının göğünde kanadım yorulurmuş. Hep şikayet ettiğimiz uzak yüzler yine uzak ama bizim yüzlerimizmiş ya, varsın uzak olsunmuş. Sonra, nerede olduğumun -farkında-lığının heyecanı üzerimdeki. Bu toprak, bu güneş, bu deniz, bu hava... Başkaymış İstanbul'un bahar havası. Hani içine çekersin, küçücük kalbinden yüzlerce kelebek havalanır ya; sevda kokar, dostluk kokar buram buram... Her gün ilk kez görüyormuşcasına, hergün yeni bir şehre merhaba dercesine çırpıyorum kanatlarımı bu şehirde. Her gün yeni birşey öğrenip, hiç bilmediğim bir şehir efsanesine kulak kabartabiliyorum. Hiç olmazsa kendi efsanemi yaratıyorum: İlham Perisi denen şey zaten İstanbul'muş. Bak ben varım orda. Onlarca, yüzlercesinin arasında. Kanat çırpıyorum kendi semalarımda, öylesine dingin ama heyecanlı. Kadıköy'den havalandım ...