Kasım 05, 2010

Albert’in Cenaze Suyu

Yer: Fethiye.
Durum: Dövme stüdyosundayım. Sezonun en yoğun günlerinden biri.

O gün stüdyodan on dövme çıkmış olabilir; hepsi de "hatırısayılır" işler. Sabahın köründen beri ayaktayım, karnım aç, midem isyanda. Hızlıca ne bulduysam atıştırıyorum. Lök diye oturuyor içime. Ne yediğimi hatırlamıyorum ama hatırladığım şey: çok hızlıydı ve çok gereksizdi.

Günün sonunda içeri 75 yaşlarında, İngiliz bir teyze giriyor. İsmi Mary ya da Margaret. Ama ben ona içimden "Aunt Mary" diyorum.
Yıllar önce beline Albert adını dövme yaptırmış. Şimdi onu sildirmek istiyor.
Kararlı: Albert mezara gelmeyecek.

Katalogdan çiçekli-böcekli bir dövme beğenmiş. Ama baktım tasarım… yani Albert’i kapatması imkânsız.
Kapatabilsek bile… bir süre sonra Albert çiçeklerin arasından sızar. Renklerin içinden usulca belirir.
Albert kendini unutturmaz.

Mary teyzenin cildi buruş buruş.
Albert’i kazıttığı bölgeye üç kişiyle eğilip uğraşıyoruz.
Aunt Mary kıpırdamıyor. Kararlı.
Albert mezara gelmeyecek.

Bir yandan dövmeyi yapıyoruz, bir yandan da durumu anlatmaya çalışıyoruz:
“Aunt Mary, bak, eğer Albert aradan sızarsa… seneye yine gel Fethiye’ye, bir tazeleme daha yaparız.”
Anladı mı bilmiyoruz.
Ama gülümsüyor:
“Sure sure, very nice.”

Kan ter içinde çiçekli, kelebekli, genç kız dövmesini tamamlıyoruz.
Ustam Mary teyzenin poundlarını sayarken ben stüdyoyu toparlamaya başlıyorum. Sehpadaki boya kaplarını, kağıt havluları, iğneleri kaldırıyorum.

Bir yandan da midem hâlâ oturmuş gibi. O sırada gözüm plastik bir bardağa takılıyor.
Nescafé üçü bir arada.
Kendime koymuştum, hatırlıyorum.
Ama içmemişim. Soğumuştur herhalde.
İç sesim muhasebeye başlıyor:

  • Ha evet yani kahve koymuştum kendime.
  • Ama kesin soğumuştur.
  • Ama midem taş gibi… belki rahatlatır.

Kocaman bir yudum alıyorum.
Cumburlop. Mideye.

Soğuk. Beklediğim gibi.
Ama...
Bir tuhaflık var.
Acı mı? Metalik mi? Hafif bir... kan tadı mı?!

Beynim bir saniyede 10 flashback oynatıyor:
“Bu kahve değil…”
“Bu... Albert’in cenaze suyu.”
İki saat boyunca Mary teyzenin dövme iğnesini içinde yıkadığım suyu içmişim.

  • AIDS mi oldum?
  • Kolesterol mü bulaştı?
  • Ben de mi buruşacağım?
  • Ölecek miyim?

İçimde bir çığlık:
“Albert mezara gelmeyecek ama Aunt Mary beni mezara götürecek.”

Ama dışım: Sakin.
Zaman duruyor.

  • Şimdi ne yapmalıyım?
  • Koşarak hastaneye mi gitsem?
  • Burada mı kusayım?
  • Fethiye’nin dar sokaklarında kaybolup bu anıyı unutmaya mı çalışayım?

Ve… hiçbirini yapmıyorum.

Makinayı temizlemeye devam ediyorum.
İçimden sadece şu geçiyor:
“Belki yanlış anlamışımdır.”

Ne zaman üçü bir arada görsem…
Kafamın içinden şu geçiyor:
“Bu… kesin benim kahvem, değil mi?”

1 yorum:

  1. aylin hnm, merhaba, mail adresime ulaşamadığınızı yazmıştınız;

    aysun.sigorta@hotmail.com

    sevgiler...

    YanıtlaSil